NİHAN


 Bugünlerde  yine dişlerini sıktığını fark etti. Sadece geceleri değil, gün içinde de yapıyordu bunu. "Artık burada miadım doldu" diye düşündü Nihan. Kendi kendini çok üzüyor, çok fazla üzerine gidiyordu. Bir şey  olduğu yerde dikkat çekmiyorsa, mücevher de olsa değer görmez. hatta olduğu yerde kalırsa, kararır, paslanır. "Ben mücevher gibi cansız değilim. Durduğum yerde duracak, yeteneklerimi köreltecek halim yok" dedi kendi kendine. Farklılık istiyordu artık. Burada aynı yüzler, aynı sözler. Fazla arkadaşı da yoktu. Çoğu ile yakındı ya; lakin yakınlık samimiyet midir? Dostu yoktu, bir tane bile yoktu. Seçimleri pek iyi değildi, arkadaş seçimleri. Ezra ile başı dertteydi şu ara. Geç de olsa Ezra'nın insanlara bağlandığını fark etmişti. Bağlanmak ne demek, müptelası oluyordu. Başlarda onu farkındalık sahibi sanmıştı. Oysa ki hep olmak istediği kişiyi anlatıyormuş kendisi diye. Mış gibi yapıyormuş aslında, olmadığı kişi gibi olmak istediği kişi gibi konuşuyormuş. Öyle ki Nihan , arkadaşında kişilik bozukluğu olabileceğini dahi düşündü bir ara. 

Ofisinin bu katta olması da hoşuna gitmiyordu. Başkası özenebilirdi odasının konumuna, ikinci kat, güneş alan, geniş bir oda; ama sevmiyordu işte. "Alt katta olsam daha iyi , hem orası ayakaltı değil, tenha" diye düşünüyordu. Alt kata geçtiğinde ise başka bir sorun bekliyordu onu. "Seni buraya mı attılar? Gözden mi düştün?" bu söylemler hoşuna gitmiyordu. 

Üzerindeki hantallığı atmaya çalışıyordu. Şu kalabalık bir gitseydi. Kalabalıklara karşı alerjisi vardı. 

 Ofisi iki bölmeden oluşuyordu Nihan'ın. Bir gün arka tarafta kahve içiyordu, kendi halinde , sessizce, dışarıyı seyrediyordu. Biri kapıyı çaldı. Çekinerek 'buyrun' dedi. kapıyı çalan duymadı Nihan'ın sesini. Kapıyı kapattı gitti. İçine kötü  bir his  geldi. Kaygıya kapıldı birden. Ya şimdi çıkarken görürse kapıyı çalan kişiyi, "ooo keyif yapıyordun içerde, biz burada seni bekleyelim" dese. Beklediği de yoktu oysa ki. Bugün eksik bıraktığı bir işi mi vardı acaba? Kendini rahatlatmaya çalıştı biraz "bir sorun olsa patron arardı " dedi içinden . Ne de olsa araları iyiydi. Hiç bir zaman işini aksatmadı. Eksik bir yazı çıkarmadı. Hep zamanından önce teslim etti çevirilerini dergiye. "Neyse ki bir kaç uyarı hakkım var" diye söylendi kendi kendine. 

Nedense hep kendinden şüphe duyardı, sanki insanlar onun açıklarını kolluyor gibi geliyordu. Mesela bir keresinde patron odasına çağırmıştı. Gitmeden önce aklından bir sürü senaryo geçti. hayalinde patron onun eksiğini söylüyor, o kendini savunuyor, sonra bir hata, bir hata daha. Kendisini her defasında kötüsüne hazırlıyordu. "En kötü işten kovulurum" deyip çıkıyordu odasından. Patronu da her defasında ya yeni bir iş veriyor, ya da başarısından dolayı kutluyor , ikramiye haberini veriyordu. 

Küçükken de okulu ve hastaneleri hiç sevmezdi; çünkü kalabalıktı. Koridorda, kucağında çocukla bekleyen bir kadın gördü. Herhalde iş arkadaşlarından birinin eşiydi. Kucağındaki çocuk durmadan ağlıyor, bağırıp çağırıyordu. Çocukları sevmediğini, onlara tahammülünün kalmadığını anladı. Ama sadece başka çocuklara, kendi çocuklarını seviyordu . Seviyordu sevmesine ama , onların da bir an önce büyüyüp kendi ayakları üzerinde durmasını istiyordu. Yorulmuştu artık. Çocukları da olsa başkaları için yaşamaktan, çalışmaktan yorulmuştu. "Çocuklar büyüdüğünde , çocuklu misafir kesinlikle kabul etmem" diye geçirdi içinden. 

   TUĞBA KADİROĞLU     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gizemli Baskülün Tuhaf Maceraları / Mehtap Gül

AYŞE'NİN DEĞİŞİM ÇABASI

BEYAZ GECELER- DOSTOYEVSKİ